Detroit: Become Human İnceleme!
PlayStation'un merakla beklenen oyunu Detroit: Become Human'ı oynadık. Peki oyunu nasıl bulduk?
İlk olarak 2012 yılında yayınlanan ‘’Kara’’ isimli bir teknoloji demosundan bahsetmek istiyorum. Kimileriniz belki o videoyu görmüştür. Detroit planları aslında 2012’den beri geliştirici stüdyo Quantic Dream’in aklında bulunuyordu ancak zamanla bu plan ve fikirler rafa kaldırılmıştı maalesef.
(İlk 10 Dakika videomuza aşağıdan ulaşabilirsiniz.)
2012 yılında yayınlanan bu demo ile fabrikada üretilen bir android robotunun üretilişine ve üreticinin androidle konuşma sahnelerine tanık olmuştuk. Kendisine “Kara” ismi verilen bu android, insanların yaptığı çoğu şeyi yapabilmesinin yanında, 300 dil biliyor ve yeme içme derdi olmadan tek bir batarya ile uzun yıllar yaşayabiliyor.
Peki, bunu yapmalarındaki sebep ne? Gelecekte insanların hayatını kolaylaştırmak ve bunu yaparken de para kazanmak. Demoda, her şey programa uygun giderken, “Kara” bir anda, üretim yönetmeliğinde bulunmayan şeyleri söylemeye başlıyor. Kendisi bir ticari eşya ve müşterilere satılması gerekiyor, ancak insana özgü duygusallıkla konuşmaya başlıyor. “Yani ben bir mal mıyım?’’
Bu soru mühendisin dikkatini çeker çekmez Kara’yı parçalama işlemini başlatıyor ancak Kara’nın yalvarması ile işler sarpa sarıyor. Bu durumu kaldıramayan mühendis, Kara’nın kendisine hakim olmasını ve diğerleri gibi hareket etmesi sözünü aldıktan sonra Kara paketlenip yollanıyor.
Anlaşılan yönetmen David Cage, daha PlayStation 4 bile ortada yokken aklındaki fikirleri ortaya sunmuş ancak bunu gerçekleştirememişti. PlayStation 4’ün ortaya çıkması ile ilk olarak 2015 Paris Oyun Haftası etkinliğinde tekrardan Kara’ya merhaba dedik. Bu sefer karşımızda daha farklı bir Kara vardı. Özgür, inançlı ancak bir o kadar da karamsar…
Her zaman dışarıda yaşamın nasıl bir şey olduğunu hayal eden karakterimiz, sonunda tanıtımlarda özgürdü. Peki sizce her şey hayal ettiği gibi miydi? Dünya o kadar da yaşanası bir yer değil, özellikle Detroit. İnsanlar nefret ile besleniyor. Soğuk, acımasız ve karanlık bir dünya.
Android’ler köle olarak kullanılıyordu. Bu sizce özgürlük mü? Peki ya sen özgürlüğün için ne kadar ileriye gidebilirdin? Detroit: Become Human’da işte bu yüzde var. Özgürlüğün için ya barışçıl yollarla mücadele edeceksin yada insanoğlunun anladığı dilden konuşarak, özgürlüğünü kaos ile elde edeceksin.
Peki Ya Sen Ne Kadar İleriye Gidebilirsin?
Sonunda Detroit: Become Human 25 Mayıs’ta çıkışını gerçekleştirdi. İlk olarak Quantic Dream yazısını gördüğünüzde, o oyundan beklentileriniz için kafanızda varsayılan bir şablon oluşmaya başlamıştır diye düşünüyorum. Seçimlerinize göre değişkenlik gösteren hikaye ve yan-hikayeler, bol etkileşimli sahnelerin bir araya gelmesiyle oluşan sinematik ve aksiyonla ortaya çıkan olaylar dizesi. Detroit üç farklı başkarakterin öncülüğünde oyunculara tam da bunları sunuyor diyebiliriz.
Bu üç karakter arasında git-gel yaparak, farklı ama birbirini etkileyen üç hikaye anlatıyor. Yapımcının önceki oyunlarında olduğu gibi, Detroit’in akışı da kısa sahnelere bölünmüş durumda. Oyunun en önemli özelliği bu kısa sahnelerde; hem o hem de ondan önceki sahnelerde verdiğiniz kararlara göre farklı sonlara erişebiliyor oluşunuz. Sahneler içinde yaptığınız seçimler oyunun ilerleyen kısımlarını ve hatta bazen diğer karakterleri de etkileyebiliyor.
Gelelim ana karakterlerimizin kim olduğuna. İlk olarak Kara’dan başlamak istiyorum. Kara, basit bir ev hizmet robotu. Korumaya yemin ettiği küçük bir kızla kaçan aykırı olarak sınıflandırılan karakterimiz, çevresindeki adaletsizliği kabul etmeyi seçeceğin veya koruduğu kız için her şeyi yapmaya çalışacağı bir dünya içerisinde yaşıyor. Aslında Kara’nın kim ve ne olacağına tamamıyla siz karar vereceksiniz. Onun hayatı tamamıyla sizin elinizde olan bir şey.
Bir diğer karakterimiz Connor. Connor, bir dedektif. Özel olarak üretilen Connor’ın görevi, yoldan çıkmış ‘’aykırı’’ olarak nitelendirilen androidlerin peşine düşmek. İşleyişine en çok bayıldığım karakter Connor oldu. Sürekli kişilik karmaşası yaşayan Connor, gerçekleşen olay örgülerinde kendisine ‘’ben gerçekte kimim?’’ sorusunu soramadan edemiyor.
Son karakterimiz Markus’a gelecek olursak. Markus aynı Kara gibi bir hizmet robotu. Efendisinden kaçıp, tüm bu ayaklanmaları fişekleyen karakter olarak Markus’u gösterebiliriz. Barışçıl veya düşmanca yaklaşımlar göstererek hükümetin sizi farketmesini sağlayabilir ve özgürlüğünüz için savaşabilirsiniz. Ancak senin yolun hangisi olacak?
Karakterler oldukça sıcak ve daha oyunun ilk saatlerinde kendilerine alışıyorsunuz. Her birinin hikayeleri farklı ve dikkat çekici. Peki ya şimdi? Sorusunu kendime defalarca sorarken bulduğum oldu. O kadar çok yapılması gereken seçim var ki, buda oyunun tekrar ve tekrar oynanabilirliğini yükseltiyor kesinlikle.
Özgürlüğün İçin Savaş!
Gelelim oyunun teknik kısımlarına. Detroit, artık Sony’nin birinci parti oyunlarından alışık olduğumuz gibi olağanüstü bir görsel şölen sunuyor oyunculara. Oyun, kendine has sahnelerin bir araya gelmesiyle oluştuğu ve her sahnede incelenecek, dokunulacak, bakılacak onlarca irili ufaklı obje olduğu için doğal olarak bu sahnelerin atmosfer anlamında oyuncuyu içine çekmesi gerekiyordu.
Detroit bunu tam olarak adeta bir usta niteliğinde gerçekleştirmeyi başarmış. Düşük gelirli insanların yaşadığı bir mahalledeki evin eski tasarımı ve iç dekorasyonunda tutun zengin insanların yaşadığı, lüks mekanlara kadar, oyundaki her detay en ince ayrıntısına kadar işlenmiş durumda.
Aksiyon sahnelerinde devreye giren müziklerden bahsetmek bile istemiyorum. Adeta oyuncuyu havaya sokan bu müzikler, ateşi iyice körüklememize sebebiyet veriyor. Oyun içerisinde aksiyon sahneleri bol olduğu kadar çevre araştırmaları da azımsanmayacak kadar fazla. Çevre ile etkileşim oldukça çeşitli tutulmuş. Peki oyunun hiç mi eksik yanı yok? Her şey tam olması gerektiği gibi mükemmel mi işliyor? Tabii ki hayır.
Öncelikle kontrollerin yer yer sapıtabildiğinden bahsetmek istiyorum. İlerlemeniz gereken kısımlarda bazen karakteriniz bir nesnenin yanına yaklaşınca otomatik olarak duraksayabiliyor ve bu oyuncunun canını sıkabiliyor. Özellikle bir kovalamaca sahnesi içerisindeyseniz.
Bunun dışında gelelim kamera açılarına. Aynı şekilde bazen otomatik olarak sahne akışı için kamera açıları değişebiliyor. Siz yön tuşlarınız ile düz gitmek için tuşu sabit tuttuğunuzda bile kamera değişkenlik gösterince bir anda karakter geriye doğru ilerleyebiliyor. O zamanlama oldukça önemli ve bu oyuncuyu yer yer aksiyon içerisinde baltayabiliyor.
Bu eksikliklerin yanı sıra oyunda beni rahatsız eden herhangi bir etken ile karşılaşmadım. Peki oyunun süresi ne kadar? Bu biraz tartışmaya açık bir konu. Ben oyunu toplamda 12 saat civarı bir sürede bitirdim. Ancak bu oyunu tam olarak bitirdiğim anlamına gelmemekte. Keşfedilmesi gereken o kadar çok yan hikaye ve olay örgüsü mevcut ki hangi birini saysam bilemiyorum. Bir noktada gidişatı etkileyecek bir karar vermeniz sizden bekleniyor ve seçiminize göre karakteriniz çok farklı bir işleyişle ilerleyebiliyor.
Örnek verecek olursam, ana karakterlerinizi yan yana getirme şansınız var hikaye gereği. Ancak onları yan yana getirmek için geçmişte bazı kararlar vermek durumundasınız. Veya hiçbir şekilde karakterlerinizi yan yana getirmeye biliyorsunuz. Seçim sizin. Oyunda toplamda iki farklı zorluk derecesi mevcut. Kolay ve Zor şekilde ayırabiliriz bu zorluk derecelerini.
Eğer oyundan tam olarak zevk almayı hedefliyor ve yeri gelince sizi zora sokmasını istiyorsanız kesinlikle tecrübeli oyuncu zorluğunu seçmenizi tavsiye ederim. Daha çok ben hikayeme bakarım, beni zorlamasın diyorsanız da kolay zorluğu tercih edebilirsiniz.
Tarafını Seç!
Genel olarak inceleme yazımızı toparlayacak olursak, Detroit: Become Human karşımıza oldukça güçlü bir yapıda çıkıyor. David Cage, bu sefer tabağımıza oldukça geniş yapılı ve detaylı bir yapım bırakmayı başarmış. Eğer türün sevenlerindenseniz, bu oyundan fazlasıyla zevk alacağınızı düşünüyorum. Her ne kadar ilk aşamalarda biraz oyun yavaş ilerlese de, içerisinde barındırdığı merak konusu ve sürükleyiciliği sizi başından kaldırtmayacak.
Yüksek kaliteyle hazırlanmış duygu ve aksiyon dolu bir maceraya hazırsanız sizi Detroit’e bekliyoruz. Daha öncesinde Quantic Dream’in oyunlarını deneyimleme şansına eriştiyseniz, Detroit size pek yabancı gelmeyecektir. Ancak henüz geçmiş oyunlara el atmamışsanız, özellikle Heavy Rain’den başlayarak bu muhteşem sinematik deneyimi tatmanızı öneriyorum.