2023'ün en iyi 5 filmi
Sinema tutkunları için büyük bir yıl olan 2023, birbirinden etkileyici filmlerle dolu. Bu yılın göz alıcı beş yapımını keşfedin ve beyaz perdenin sihrini yeniden yaşayın.
Todd Haynes'in "May December" adlı filmi, insanlık dramını tabloid skandallarından çıkartarak, karakterlerinin farkında olmadığı bir öz-bilinç ile sinemaya yeni bir soluk getiriyor. Julianne Moore'un canlandırdığı karakterlerin bu öz-bilincin dışında kaldığı filmleriyle tanınan Haynes, bu yapımda da benzer bir yol izliyor.
Filmde Moore, Gracie Atherton-Yoo karakterine hayat veriyor. Gracie, eski kocasını 13 yaşındaki bir öğrencisi için terk ederek 1992'de gündeme bomba gibi düşen, konuşması bozuk, eski bir öğretmen. 2015 yılına gelindiğinde, Gracie ve Joe (Charles Melton tarafından canlandırılan, tipik bir 'baba vücudu'na sahip karakter) artık uzun süredir birlikte ve en küçük çocukları lise mezuniyetine yaklaşıyor. Skandal aşkları, banal bir banliyö hayatına dönüşmüş gibi görünse de, geçmişin gölgesi hâlâ onları rahat bırakmıyor. Özellikle Gracie, skandalı konu alan bir indie filmde kendisini canlandıracak, nefes kesen performansıyla Natalie Portman tarafından canlandırılan bir TV aktrisini evine davet ettiğinde durum daha da karmaşık bir hal alıyor.
Samy Burch'un kaleminden çıkan "May December", Haynes'in performansla ilgili derinlemesine tutkusunu, karanlık bir komedi aracılığıyla ele alıyor. Haynes'in tonal oyunbazlığı bazen duygusal dokularının kesinliği tarafından gölgede kalmış olsa da, bu filmde, yönetmenin sanatı gerçekliğe dönüştürme konusundaki dehasını hiç olmadığı kadar net bir şekilde görmek mümkün.
4) The Boy and the Heron (Çocuk ve Balıkçıl)
Sinema tarihindeki en anlamlı ve derin veda niteliğindeki filmlerden birini izledikten sonra, bir yönetmen nasıl devam eder? Gerçekte, çoğu zaman devam etmezler. Ya emekli olurlar ya da hayatlarını kaybederler. Bazı nadir durumlarda, emeklilik sonrası sanki hayatları sona ermiş gibi görünür. Ancak 82 yaşındaki film yapımcısı ve Studio Ghibli'nin kurucu ortağı Hayao Miyazaki, her zaman kendi kategorisindedir. Kariyeri boyunca resmi ya da gayri resmi olarak en az yedi kez işi bıraktı, son olarak 2013'te "The Wind Rises" ile. Bu film, havacılık mühendisi Jiro Horikoshi'nin kurgusal bir biyografisi olarak, her şeye rağmen "yaşamalıyız" diyerek sona erdi. Miyazaki'nin şimdilik son filmi "The Boy and the Heron", nasıl yaşanacağını soruyor ve kendi cevabını sunuyor.
1943 yılında bir hastane yangınında annesini kaybeden ve ardından babasının teyzesiyle evlenmesi için Japon kırsalına taşınan öfkeli ve yaslı bir çocuk olan Mahito'nun hikayesi, "The Boy and the Heron"da Iago benzeri bir kuşun, Mahito'yu annesiyle yeniden birleşme vaadiyle paralel bir evrene çekmesiyle ivme kazanıyor. Zaten şimdiye kadar çizilmiş en güzel filmlerden biri olan Miyazaki'nin eseri, bu noktadan itibaren hayranlık uyandırıcı bir hal alıyor ve bir rüya gibi bir maceraya dönüşüyor. Miyazaki, bu rüya gibi kuğu şarkısında kendi mirasını açıkça yansıtıyor. "The Wind Rises"ın güçlü bir veda hissi vermesine karşın, "The Boy and the Heron" Miyazaki'nin -bizlere ve yakında geride bırakacağı rüyalar ve çılgınlıklar krallığına- veda etmesiyle, daha da uygun bir vedaya dönüşüyor. İzleyiciler, gerçek bir ölümsüzün kendi ölümüyle barış yapmasını izlerken, tanrısal hayranlık ve kalp durdurucu bir hüzünle dolu bir veda bu.
3) Asteroid City (Asteroit Şehir)
Wes Anderson'ın "Asteroid City" filmi, yönetmenin özgün ve derin anlam yüklü sinematik dünyasına yeni bir soluk getiriyor. Anderson'ın eserlerinde görmeye alıştığımız çok katmanlı anlatım tarzı, diorama benzeri çekim tasarımları ve Tilda Swinton'ın duygusuz bir şekilde "Hiç çocuğum olmadı ama bazen keşke olsaydı" gibi cümleler sarf etmesi gibi özellikler, bu filmde de kendini gösteriyor. "Asteroid City", Anderson'ın "The Grand Budapest Hotel"den bu yana en iyi eseri olarak öne çıkıyor ve bazı yönlerden onun bugüne kadarki en etkileyici çalışması olmayı başarıyor.
Film, bir televizyon programı hakkında bir oyun içeren bir oyun anlatısıyla, sınırsızlık ve daha fazlası hakkında bir hikaye sunuyor. Anderson'ın önceki işlerinden ve onun stilini taklit eden sayısız A.I. üretimi TikTok videolarından tanıdığımız bu imzalar, "Asteroid City"de de boy gösteriyor.
"Asteroid City"deki karakterler, Anderson filmlerinde daha önce hiç olmadığı kadar doğrudan bilinmezlikle yüzleşiyorlar. Bay Fox'un tepede kurduğu kurtla karşılaşmasının, filmdeki üçüncü perde yerine ilk perdede gerçekleştiğini ya da Steve Zissou'nun arkadaşını yiyen jaguar köpekbalığıyla karşılaşmasının hemen ardından değil, sadece birkaç dakika sonra gerçekleştiğini hayal edin. Anderson'ın en kararlı ama aynı zamanda en savunmasız karakterleri, kaotik bir evren üzerinde bir dereceye kadar kontrol sağlamak için karmaşık yaşam sistemleri geliştirmişken, bu filmde hikayenin başından itibaren kendi çaresizlikleriyle yüzleşmek zorunda kalıyorlar.
2) The Taste of Things
Bazı yemekler vardır, sadeliği ve kullanılan kaliteli malzemeleriyle, sizi büyüler. İşte bu yüzden, bir sevgilinin elinden çıkan basit bir omlet, bir prensin düzenlediği sekiz saatlik bir ziyafetten çok daha tatmin edici olabilir. "Şeylerin Tadı" isimli film de bu düşünceyle parlıyor. Basit bir fikri, detaylara verdiği büyüleyici özenle işleyerek. Bu film, aşk ve yemek üzerine kurulu; ikisini de aynı şey olarak sunuyor.
Gözlerden uzak, her zaman için cazip bir seçenekti: iki çekici Fransız oyuncu, Juliette Binoche ve Benoît Magimel. Binoche, bir aşçıyı; Magimel ise, onun uzun süredir birlikte olduğu, yemek tutkunu işverenini canlandırıyor. Tran Anh Hung'un 2014 tarihli bir grafik roman uyarlaması olan bu film, ikilinin birbirlerine yemek yedirdiği sahnelerle dolu. 19. yüzyıl Fransız malikanesinin mutfağı, şimdiye kadar gördüğünüz en detaylı ön sevişme sahnesine ev sahipliği yapıyor. "Beni Adınla Çağır" filminin şeftalilere yaptığını, "Şeylerin Tadı" şuruplu armutlarla yapıyor. "Babette'in Şöleni", "Julie & Julia" ve "Çikolata Gibi Sıcak" gibi büyüleyici yemek filmlerinin geleneğini sürdüren bu film, yemeği birleşme aracı olarak bir adım öteye taşıyor. Film, bazı yemeklerin yaratıcıları tarafından o kadar içselleştirildiğini söylüyor ki, adeta bir anı gibi işlev görüyor ve bu düşünce izleyicide güzel bir tat bırakıyor.
1)Past Lives (Başka Bir Hayatta)
New York'un yaz kasabalarındaki yazarların sığınağından birinde, Nora (Greta Lee) ve Arthur (John Magaro) adlı iki yazarın yolları kesişir. Montauk'ta bir akşamüstü, Nora, Arthur'a Kore'de yaygın bir inanış olan In-Yun'dan bahseder. Bu kavram, eğer ruhlar önceki yaşamlarda belirli bir sayıda kez birbirleriyle kesişmişse, insanların birbirleriyle karşılaşmalarının kaçınılmaz olduğunu öne sürer. Arthur bu inanca gerçekten inanıp inanmadığını sorduğunda, Nora, bunun sadece "Korelilerin birbirlerini baştan çıkarmak için söyledikleri bir şey" olduğunu cevaplar.
Film, Nora ve Arthur'un flört etmeleri, evlenmeleri ve gerçek bir hayat kurmaları sürecini zarif bir şekilde anlatır. Ancak Nora'nın çocukluk aşkı Hae Sung ile olan bağlantısı da sürekli olarak hikayede kendini gösterir. Nora ve Hae Sung, ilkokuldan beri yüz yüze görüşmemiş olmalarına rağmen, aralarındaki bağ asla tamamen kopmaz. Hae Sung, Nora'ya olan ilk aşkının çekim alanına her 12 yılda bir geri döner.
Film ilerledikçe, Nora'nın neden o önemli Montauk gecesi In-Yun'dan bahsettiğini daha iyi anlarız. "Past Lives", Richard Linklater'ın romantik filmlerini andıran bir hikaye gibi görünse de, film bu tür dramatik anları geride bırakarak, insanların birbirlerini nasıl buldukları ve birbirleri aracılığıyla nasıl geliştikleri üzerine daha derin gerçekleri araştırır.
Celine Song'un otobiyografik unsurlar taşıyan ilk filmi, klasik "hangi aşkı seçecek?" gerilimini oluşturmaktan ziyade, Nora'nın kendisini ve geçmişteki aşkını keşfetme sürecine odaklanır. "Past Lives", Nora'nın çocukluk aşkıyla paylaştığı hayatın gerçekliği ve imgeselliği arasındaki çizgiyi ustalıkla işler.
Ocak ayında "Past Lives"ın 2023'ün en iyi filmlerinden biri olacağını yazmıştık. Bu, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi görünse de, Celine Song'un bu etkileyici ilk filmi için önceden tahmin ettiğimizden daha fazlasını vaat ediyor.