En çok ses getiren teknolojiler
2015, bilimsel gelişmeler ve teknolojik buluşlar açısından son derece verimli bir yıl oldu. Ama bunların bazıları var ki önümüzdeki birkaç sene içinde, pek çok standardı yeniden tanımlayacak ve hayatımızı gerçekten olumlu yönde etkileyecekler. İşte karşın
Magic Leap / 3D Gerçekliğe Büyülü Bir Atlayış. Ne zaman hayatımızda olacak: 1-3 sene içinde. Hiç şöyle bir rüya gördünüz mü? Bilgisayar ekranında bir eşyaya bakarsınız ve hop! Elinizi uzatıp, o ürünü bir anda avucunuzun içine alırsınız. Bu kolaylık öyle olağanüstü bir deneyim yaşatır ki insana, uyandığınızda “keşke gerçek olsaydı” diye üzülür, hislenirsiniz. Neyse ki bir zamanlar insanoğlunun rüyası olan şeyler, bilim ve teknolojik gelişmeler sayesinde tek tek gerçeğe dönüşüyor. “Magic Leap” gerçekten adının hakkını veren bir buluş. Yarım milyar dolarlık bütçeyle araştırma faaliyetlerine başlayan bu start-up şirket, Microsoft‘un desteğini de arkasına alarak, 3D “mazmun” yaratma konusunda çığır açacak bir teknolojinin temeli üzerinde çalışıyor. Sinema, oyun, seyahat ve iletişim gibi pek çok alanda devrim yaratacak olan buluşun temel mantığı şu; ekranda görüntüsünü gördüğünüz bir objeyi herhangi bir aparata gerek kalmadan 3 boyutlu olarak gözlerinizin önüne getirmek. Böylece stereoskopik imajların yaşattığı gerçekçilik kaybına sebep olmadan, ekrandaki görüntünün üç boyutlu bir kopyasını hemen gözlerinizin önünde görebileceksiniz. Şu aralar epey gündemde olan VR (Virtual Reality / Sanal Gerçeklik) uygulamaları ile ML’in en büyük farkı şu; VR uygulamalarında siz sanal gerçekçilik ortamına girerken, ML’de sanal gerçekçilik sizin ortamınıza giriyor.
Nano Mimari / Hafif, Esnek, Ucuz ve Ekonomik Mimari Yapılar. Ne zaman hayatımızda olacak: 3-5 sene içinde. MIT ve Caltech başta olmak üzere dünyadaki önemli bilim ve teknoloji merkezlerinden bazıları özellikle mimari ve endüstriyel tasarım alanında devrim yaratacak bir buluşa bu sene imza attı. Özetlemek gerekirse; dilediğiniz şekilde düzenleyebildiğiniz temel yapı taşları olan nano-latislerle (örü, kafes) istene materyalleri oluşturmayı başaran bilim insanları, çok hafif ama inanılmaz derecede dayanıklı yapılar oluşturarak 2015’e adını yazdırdı. Caltech’ten Julia Greer’in başı çektiği bir ekip, bildiğimiz seramikten çok daha hafif ama kat kat daha dayanıklı bir seramik yapıyı bu teknoloji ile üretmeyi başardı. Henüz çok küçük bir miktar materyalin yapılması bile yaklaşık bir hafta sürüyor; ama bu miktar üzerinde çalışmak için şimdilik yeterli. Greer ve ekibinin öncelikli hedefi; daha az zaman ve enerjiyle daha büyük miktarda üretim yapabilmek ve her türlü endüstriyel üründe kullanılabilecek bu muazzam teknolojiyi hayatımıza kalıcı olarak kazandırmak. Böylece kolay üretilebilen, üretim aşamasının her anına müdahale edilebilen, daha hafif, daha güçlü ve daha ekonomik hammaddelere sahip olarak yeryüzündeki karbon ayak izimizi ve atık miktarımızı azaltabilecek, yapılaşma konusunda çağ değiştirebilecek bir atılım yapabileceğiz.
Araçtan Araca Kablosuz Bağlantı / Kendi Kendine Giden Araba Gerçek Oluyor. Ne zaman hayatımızda olacak: 1-2 sene içinde. Kablosuz ağ teknolojisi sayesinde araçların birbiriyle “konuşması” sağlanarak kazaların çok büyük oranda önüne geçilecek. Evet, bir çoğumuzun aklında “neden yapmıyorlar?” sorusuyla yer tutan bu problem, nihayet 2015’te çözüm buldu. General Motors ve Michigan Üniversitesi‘nin birlikte geliştirdiği çalışmalarla yılda ortalama 1 milyon kişinin ölümüne neden olan trafik kazalarının önlenmesi için büyük bir adım atıldı. Temel olarak bir otomobilin hızı, konumu, gaz durumu, fren durumu, açısı ve ağırlığı gibi kazaya neden olabilecek tüm bilgilerini menzilde olan diğer otomobile kablosuz ağ teknolojisi ile aktaran bu sistem, sürücüyü uyararak, hatta aracı otomatik olarak durdurarak hayat kurtarmaya yarıyor. Hali hazırda pek çok otomobilin radar ve “ultrasound” teknolojisi ile yer belirlemeye yarayan bir sistemi var; fakat şimdilik bunlar diğer araçlarla haberleşemedikleri için, sadece otomatik park etme asistanı ya da bir araçlık mesafede ani fren gibi amaçlarla kullanılıyorlar. Yıllardır tüm gelecek tasvirlerinde yer alan ‘kendi kendine giden otomobil’ yolunda da atılmış büyük bir adım olan bu teknoloji, kamusal ve ücretsiz kablosuz internet hizmetinin daha da yaygınlaşması ile bir süre sonra tüm dünya için vazgeçilmez olacak. 2012-2014 arasında 1000 test aracı ile Michigan Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen deneyde, bu teknolojinin yılda yarım milyon kazayı önleyebileceği görüldü. ABD’nin ardından Avrupa ve Japonya’da da denenen teknolojinin sonuçlarını değerlendiren General Motors, 2017 model Cadillac otomobilde bu teknolojiyi kullanmaya başlayacağını duyurdu.
Loon Projesi / Tüm Dünyaya Sudan Ucuz Kablosuz İnternet. Ne zaman hayatımızda olacak: 1-2 sene içinde. Hazır kablosuz internet ağından bahsetmişken Google (ve kimi noktalarda Facebook’un) desteklediği ekonomik, özgür ve tüm dünyaya açık kablosuz internet ağı Loon Projesi‘nden bahsetmemek olmaz! 2015’in bizi oldukça heyecanlandıran gelişmelerinden biri olan bu çalışma, internet erişimi olmadığı düşünülen yaklaşık 4 milyar insana ekonomik, açık, özgür ve kablosuz internet bağlantısı sağlayacak. Temel olarak 15 metrelik helyumla dolu balonların atmosferde konumlandırılarak internet bağlantısı sağlamasını planlayan bu proje için, Google hali hazırda bir kaç düzine test balonunu Güney Yarım Küre atmosferine gönderdi. 20 km yükseklikteki, alan trafiği son derece düşük olan Statosfer’de bulunan balonlar, ticari uçuş seviyesinin neredeyse iki katı yükseklikte yer alıyor. Dünyanın %60’ı, yani yaklaşık 4 milyar insanın sağlıklı bir internet bağlantısı olmadığı düşünülürse bunun ne kadar önemli bir proje olduğu daha iyi anlaşılabilir. Telekomünikasyon firmalarının yatırım yapmaya değer bulmadığı taşra ve ücra köşelere internet taşıyacak olan Loon projesi, üç milyon kilometre karelik alanı kaplamak üzere neredeyse hazır. Google’a pek çok baskıcı hükümetin karışamadığı, gözetleyemediği ve kısıtlayamadığı bir internet ağıyla beraber, dev bir yeni kullanıcı kitlesi kazandıracak bu proje, ilk olarak Brezilya, Yeni Zelanda ve Avustralya’nın internet erişimi olmayan bölgelerinde devreye girecek.
Sıvı Biyopsi / Kanser Daha Erken Teşhis Edilebilecek. Ne zaman hayatımızda olacak: Hemen. Biyopsi için günlerce, haftalarca hatta aylarca sıra bekleyenler bilir; öyle bir çaresizliktir ki o, insanı korkunç bir şüpheyle kavurur. Eğer maddi durumunuz iyiyse ve bir şekilde biyopsi sırasına girebildiyseniz, bu sefer de sonuçların gelmesini beklersiniz bir ömür. Bazı durumlarda belki bir, belki iki hafta sürebilen bu dönem öyle geçmek bilmez gelir ki insana; modern tıbbın yetersizliği hissine ister istemez kapılırsınız. İşte ardımızda bıraktığımız 2015’te, insan hayatı için en önemli buluşlardan birine daha imza atıldı ve kanser illetinin daha erken teşhis edilebilmesi için, hemen hayatımıza girecek bir yöntem icat edildi: Sıvı Biyopsi. Hava kirliliği, düzensiz yapılaşma ve düşük maliyet amacıyla insan sağlığını hiçe sayan üretim koşulları, kanser hastalığını Çin’in en büyük düşmanlarından biri haline getirdi. Bu nedenle erken teşhis için, en önemli teknolojik adımın Çin’den gelmesi de şaşırtıcı değil. The Chinese University of Hong Kong‘ta görevli bilim insanı Denis Lo, son 20 yılını “Sıvı Biyopsi” adını verdiği bu tekniğe adamış. Başta Karaciğer olmak üzere pek çok kanser türünü, henüz semptomlar bile belirmeden DNA sekansını işleyerek teşhis eden bu teknik, basit bir yöntemle alınan kan örneğinin ilgili cihazlarda incelenmesinden oluşuyor. Tekniğin güvenirliğinin saptanması için 20.000 orta yaşlı ve sağlıklı Çinli erkek üzerinde çalışılması planlanmış ve şimdiye kadar 10.000 kişi taramadan geçirilmiş. Taranan kişiler içinde 17 kişinin kanser olduğu tespit edilmiş ve bunların 13’ü, şimdiye kadar teşhis edilebilen en erken kanser aşamasında yer alıyor. Dolayısıyla çok düşük miktarda radyasyon terapisi ile, henüz semptomlar baş göstermeden kanserden kurtulabilmeyi başarabilmişler. Teşhis edilen kanser türü, Çinlilerin genetik yapısı ve tuzlu balık tüketiminin yoğunluğu nedeniyle o coğrafyada yaygın olan bir çeşit gırtlak kanseri olarak açıklanıyor. Çalışmaların başka araştırmacıların da katılımıyla derinleştirilerek, en sık görülen kanser türlerinin teşhisini kapsamasından sonra hızla yayılacağını öngören Lo, yakın gelecekte basit bir kan testi ile bu kabustan çok erken safhada kurtulabileceğimizi umuyor.
Dev Boyutlarda Tuzlu Su Arıtma / Tüm Dünya İçin Ucuz ve Bol Yeni Su Kaynakları. Ne zaman hayatımızda olacak: Hemen. Şu anda İsrail’de dünyanın en büyük ters geçişim (ozmos) prensipli su arıtma tesisi çalışarak; deniz suyunu içilebilir su kaynağına dönüştürüyor. Tel Aviv’in Akdeniz kıyısına yaklaşık 20 Km uzaklıkta bulunan bu tesis, dünyanın en modern su arıtma kompleksi ve hali hazırda, İsrail’in içme suyu ihtiyacının %20’sini tek başına karşılıyor. İsrail Hükümeti, IDE Technologies ve bağımsız araştırmacıların desteği ile yaklaşık 500 Milyon Dolar harcanarak inşa edilmiş. Daha önce hiç ulaşılamamış bir boyutta tuzlu su arıtabilen bu tesis, dünyanın çeşitli yerlerinde de inşa edilebilirse temiz su kaynağına erişimi olmayan 700 milyon insana yardım eli uzanabilir. Zaten hemen adım atılmazsa, bu sayının 10 yıl sonunda yaklaşık 2 milyara ulaşması bekleniyor. 2004’te tamamen yer altı kaynaklarına ve yağmurla dolan baraj kapasitesine muhtaç olan İsrail, 2016’da yeni inşa edilecek arıtma tesisleriyle içilebilir su kaynaklarının %50’sini kendisi sağlamayı hedefliyor. Solek adı verilen bu dev arıtma tesisinin, standart su arıtma tesislerinden en büyük farkı, su arıtırken harcanan enerji maliyetinin çok düşük olması; 1 metreküp arıtılmış suyun İsrail Hükümeti için maliyeti sadece 58 Cent. Avustralya, Singapur gibi ülkelerin de bu teknolojiye ilgi göstermesi sonucu, önümüzdeki 10 yıl içinde dünyanın pek çok ülkesinde Solek benzeri tesislerin açılacağı ön görülüyor. Eğer G20 ülkeleri, özellikle fakir Afrika ülkelerine yardım eli uzatabilirse, daha küçük ve ekonomik tesisler deniz suyundan uzak bölgelere de kurularak, kirlenmiş yer altı kaynakları bile temizlenebilir. Bu noktada iş, yine gelişmiş ekonomilere yön veren politikacıların insafına kalıyor.
Beyin Organoid’leri / Üretilmesi Mümkün Olmayan Beyin Hücrelerine Mucizevi Bir Dokunuş. Ne zaman hayatımızda olacak: Hemen Canlı nöronların yaşayan uzantıları, kök hücrelerden faydalanılarak laboratuvar ortamında canlandırılabiliyor. Bu gerçekten çok büyük bir gelişme; çünkü şimdiye kadar beyin üzerindeki araştırmaları fiziksel engellere takılan araştırmacılar, artık istedikleri şekilde çalışma yapıp, gözlem gerçekleştirebilecekler. Böylece çeşitli akıl hastalıkları, Bunama, Alzheimer ve diğer nörolojik bozukluklara çare üretilmesi hedefleniyor. Institute of Molecular Biotechnology araştırmacılarından Madeline Lancaster’ın başı çektiği projede yer alan bilim insanları, basit beyinsel aktivitelerden Otizm’e kadar uzanan geniş bir skalada araştırma yapabilmeyi umuyorlar. Yetişkin bir insandan alınan, tek bir deri hücresi ile başlayan süreç, doğru biyokimyasal uygulamaların sonucunda önce Pluripotent (embriyonik gelişimin erken safhalarında, tüm bir canlıyı oluşturabilme yeteneğine sahip olan henüz farklılaşmamış hücreler için kullanılan bir tanımlama) kök hücreye, sonra da bir nörona dönüşüyor. Bu da daha önce yapılması imkansız olan bazı araştırmaların artık kolaylıkla yapılabilmesi demek. Artık, laboratuvar ortamında nöron üretebilen bilim insanları, beyin hücreleri arasındaki ilişkiyi ve çeşitli genetik modifikasyonlardan nasıl etkilendiklerini gözlemleyebilecek. Hatta, direk olarak araştırılmak istenen hastalığa sahip olan kişilerden alınan deri hücreleriyle üretilen nöronların gelişimi izlenerek, bu sürecin oluşumu hakkında daha önce edinilmesi mümkün olmayan bilgilere ulaşılabilecek. Massachusetts General Hospital’dan Rudolph Tanzi ve Doo Yeon Kim, Viyana’daki Institute of Molecular Biotechnology’ten Jürgen Knoblich, MIT’den Rudolph Jaenisch ve John Hopkins’ten Guo-li Ming gibi ünlü araştırmacılar bu teknikle Otizm, Şizofreni ve Epilepsi gibi hastalıkların araştırmalarına çoktan başlamış durumda. Laboratuvar ortamında üretilen üç boyutlu nöronların karakteristiği, katmanları, yapısı ve ilişkisi incelenerek hastalıkların potansiyel nedenleri, gelişim süreçleri ve olası tedavileri üzerine etkin bir şekilde çalışılabilecek.
Süper-Hızlandırılmış Fotosentez / Fotosentez Süreci Hızlandırılan Ekinlerle Milyonlarca İnsan Doyurulabilecek. Ne zaman hayatımızda olacak: 10-15 Yıl Artan nüfus karşısında yetersiz kalan doğal kaynakların yarattığı problemler herkesin malumu. Ya da bu tanım üzerinde biraz daha düşünmek lazım; çünkü korunaklı hayatlarımızın bize sunduğu süper-market raflarının ne kadar büyük bir şans olduğunu hâlâ fark etmemiş olabiliriz. Neyse ki bunun bilincinde olan bilim insanları var ve kıtlık yüzünden hayatını kaybeden binlerce insanın kaderini değiştirecek yeni teknikler üzerinde çalışıyorlar. Pirinç bitkisinin güneş enerjisinden çok daha fazla oranda faydalanarak katbekat daha hızlı fotosentez yapması için çalışan bilim insanları, genetiğini değiştirdikleri bitkilerle, kıtlık sorununa çare bulmak istiyor. International Rice Research Institute’dan Paul Quick’in yön verdiği araştırmalara, dünyanın dört bir yanından katılımda bulunan bilim insanları var. Bu grup, 2015’in Aralık ayında yaptıkları duyuruda Pirinç ve Mısır gibi bitkilerin daha hızlı üreyip olgunlaşması için, genetik müdahale ile süper-hızlı fotosentezin yolunu açtıklarını duyurdu. 8 ülkeden 12 laboratuvarın katıldığı bu konsorsiyumun hedefi, hali hazırda dünya nüfusunun %40’ını besleyen bu iki bitkinin artan talebe yetişebilmesini sağlamak. “C4 Fotosentez” olarak adlandırılan bu teknik, karbon-dioksitin bitki yapraklarındaki özel hücrelere yönlendirilmesiyle, üreme ve büyüme hızını artırıyor. Şimdilik şeker kamışı ve mısır üzerinde denenen ve olumlu sonuçlar alınan bu tekniğin pirinç üretimine de uygulanarak, geleneksel pirinç tarımı sürecini en az bir kaç hafta hızlandırması bekleniyor. Aynı alanda, aynı miktarda su ve enerjiyle en az %50 daha fazla üretim yapılabilmesi anlamına gelen bu teknik, hem tasarruf hem de bereket sağlayarak dünyanın fakir insanlarının beslenmesinde önemli bir devrim yaratabilir. Yine Aralık ayında, ilk defa pirinç üzerinde uygulanan bir çalışma, olumlu sinyaller vererek araştırmacıların yüzünü güldürdü. IRRI tarafından yönetilen C4 Rice Consortium, Bill & Melinda Gates Vakfı‘ndan da fon yardımı alıyor. Genetik mühendislik ve GDO tanımı, hali hazırda gıda kaynakları üzerinde dolaşan bir kara bulut gibi algılansa da, dünyanın geleceği buna bağlı olabilir. Şimdilik, dünyadaki tüm mısır, pirinç, şeker kamışı ve pancar tarlalarına uygulanması için yaklaşık 10-15 senesi bulunan tekniğin, geçen zaman içinde daha da olgunlaşması, hatta ortaya çıkan ürünün insan sağlığı üzerinde etkilerinin daha iyi gözlemlenmesi bekleniyor.
DNA İnterneti / Milyonlarca Geni İşaretleyen Küresel Ağ, Bilimin En Büyük Keşfi Olabilir. Ne zaman hayatımızda olacak: 1-2 Yıl İçinde DNA veritabanlarının birbiriyle etkileşimi ve işaretlenmesini sağlayan, İnternet benzeri küresel bir ağ, tıp biliminin başına gelmiş en güzel şeylerden biri olabilir. Milyonlarca başka örneğin yol gösterciliği ışığında, otomatik olarak bilgi paylaşımı yapılabilen bir tedavi, hayatınızı hiç ummadığınız şekilde iyileştirebilir. Google, Global Alliance for Genomics and Health ve Personal Genome Project işbirliğiyle yürütülen bu proje, gerçekten hayatımızı değiştirecek. Gelin, bunu bir örnekle değerlendirelim. 6 yaşındaki oğlunuz Ali’nin, bir türlü teşhis edilemeyen genetik bir rahatsızlığı olduğunu düşünün. Hangi araştırma hastanesine giderseniz gidin, farklı teşhisler hatta tanımsızlıklarla karşılaşıyorsunuz. Maddi durumunuz yurt dışındaki bağımsız araştırma kuruluşları hatta hastanelerle iletişim kurmak için epey kısıtlı. Dolayısıyla, oğlunuz gibi onlarca hastaya bakan bir heyetin bir araya gelip, hastalığın akıbetini araştırmasını bekliyorsunuz… İçinizi daha fazla karartmayalım. Ama bu kadarının bile ne kadar kötü olabileceğini fark ettiğinize eminim. Pekiyi, bu teknoloji sayesinde bu süreç nasıl değişecek? Oğlunuz Ali’den alınan gen örnekleri, dünyadaki milyonlarca insanın gen örnekleriyle dolu olan bir ağa yüklenip, karşılaştırmalı olarak analiz edilecek. Ali’nin durumuna benzer ya da direk eşleşen bir örnek olup olmadığı otomatik olarak tespit edildikten sonra, ilgili tedavi ya da araştırma kurumuyla derhal iletişime geçilecek. “MatchMaker Exchange” denen bu sistem sayesinde bir çok bürokratik engeli anında aşmış olacaksınız; Dil bariyeri yok, lojistik engeller, gümrük yasaları, medikal örneklerin taşınması hakkındaki kısıtlayıcı önlemler yok. Tek bir tuşla, Ali’nin durumundaki bir başka hastanın varlığına ulaştınız ve o konuda araştırma / tedavi çalışmaları yapan bir başka kurum varsa onunla derhal iletişime geçtiniz. İnsan, teknolojiden daha fazla ne isteyebilir ki? Şimdilik gen örneklerini barındıran medikal verileri, çoğunlukla FedEx ile, dünyanın dört bir yanında fiziksel olarak taşıyoruz. Fakat bu teknoloji hayatımıza yerleştikten sonra, Türkiye’den Almanya’ya gen örneği göndermek için, hava taşımacılığının insafına kalmayacağız. Tabii işin bu kadar toz pembe olmadığı bazı yönlerini de aktarmak durumundayım; etik. Evet. Bu projenin önündeki en büyük engel, teknolojik olmaktan ziyade sosyolojik. Pek çok ülkedeki pek çok bilim insanı ve doktor, insanların genetik bilgilerinin internet üzerinden erişilebilir olmasını güvenli ve etik bulmuyor. Türkiye’de yaşanan en büyük felaketlerden biri olan Marmara Depremi’nde yurt dışından gelen kan ve ilaç yardımına, dönemin Sağlık Bakanı nasıl tepki vermişti, belki hatırlarsınız. Eminim, pek çok ülke milliyetçi bir savunma mekanizması ile bu projeye de karşı çıkarak “ırklarının güvenliğini” sağlama almaya çalışacaktır. Yine de büyük şirketlerin ve bilim insanlarının bu konuda araştırma yapmaya devam etmesi ve izin veren ülkeler / kişiler arasında böyle bir bilgi transferinin sağlanabilecek olması oldukça umut verici bir gelişme.
Teknolojik alanda yaşanan her buluş eşit değil; çünkü kimisi günlük hayatı birebir etkileyen bir konuda yaşanırken kimisi çoğu insan için neredeyse hiçbir şey ifade etmeyen bir alanda ortaya çıkabiliyor. Ayrıca seri üretime geçmesi ve herkes tarafından kullanılabilir olması da bu sıralama için önemli bir kıstas.