“Yerli ve Milli” Bilişim Nedir?

“Yerli ve Milli” kavramına son dönemlerde siyasi konuşmalarda ve haber metinlerinde sıkça rastlıyoruz. Kavram, bilişimle birlikte de anılıyor; “Yerli ve Milli Bilişim”den ve “Milli Teknoloji Hamlesi”nden bahsediliyor.

Bilgin Pro CTO'su Yavuz Selim Bilgin'in Medium.com'da yayınlanan yazısında Yerli ve Milli Bilişim konusu ele alınıyor. İşte Bilgin'in kaleminden Yerli ve Milli Bilişim:

Konuya mühendis ve yazılım geliştirici gözüyle bakarak -bir yönüyle de kendimi meselenin muhatabı sayarak- bu kavramları irdelemek, görüşlerimi belirtmek istedim.

Öncelikle yerli ve milli kavramlarını ele alalım. Uzaktan bakınca aynı şeyi ifade ediyormuş gibi görünse de ikisinin arasında şöyle bir fark mevcut. Bir ürünün tüm fikri mülkiyet hakları size ait ise o ürün yüzde 100 millidir, tüm parçalarını siz üretiyorsanız da yüzde 100 yerlidir. Yani iPhone ABD için milli ama yerli olmayan bir üründür, çünkü tüm Apple ürünlerinin kutusunda da yazdığı gibi California’da tasarlanmakta ancak Çin’de üretilmektedir. Ülkemizde uzun yıllar üretilen TOFAŞ otomobilleri tamamen Türkiye’de üretilmesine rağmen üzerinde “İtalyan FIAT lisansı ile üretilmektedir.” yazardı. TOFAŞ’ın ürettiği otomobiller yerliydi fakat milli değildi.


“Yerli ve Milli” İnsansız Hava Aracı, Bayraktar TB2

Son dönemde özellikle devlet politikası olarak hem yerli hem de milli üretim teşvik ediliyor ve bu konuya büyük önem veriliyor. Her ne kadar gecikmiş olsa da çok doğru ve sabırla sürdürülmesi gereken bir politika. Bu politika öncelikle Osmanlı’nın son döneminde başlamakla birlikte Cumhuriyet yıllarında da bazı odaklar tarafından bir anti-propaganda olarak yüksek sesle sürdürülen “Türkiye teknoloji üretemez.” ya da “Türkiye’nin ağır sanayisi olmaz.” söylemlerini yıkma hedefi taşıyor ve bunu başarıyor. Özellikle son dönem terörle mücadelede çok aktif ve başarıyla kullanılan gözlemci ve muhârip insansız hava araçları (İHA) ile birlikte bu söylemin pratik olarak sahaya yansıdığını, dünya basınında büyük yer bulduğunu ve hem gençlere hem de bu alana yatırım yapacak yatırımcılara büyük bir motivasyon kaynağı oluşturduğunu söyleyebiliriz. İnsansız hava araçlarının yanı sıra savunma sanayisi genelinde atılan bir çok adım da mevcut. Fakat Türkiye tarihine baktığımızda bu tür girişimlere yaklaşım her zaman böyle olumlu olmadığı gibi teknolojik gelişmelerin diğer ülkelerle eş zamanlı takibi de çoğunlukla mümkün olamamıştır.

Sanayi Devrimi ve Kaçan Otobüsler

19. yy’da Amerika kıtasında buharlı makinelerin icadı ve devamında hızla gerçekleşen, “sanayi devrimi” olarak da bilinen sanayileşme ve makineleşme sürecinden itibaren neredeyse hiç bir teknolojik yenilik Türkiye’ye Amerika ve Avrupa ile eşzamanlı olarak gelmemiştir. 1876'da Graham Bell tarafından icad edilen telefonun İstanbul’a ilk gelişi 1908 yılında olmuş, otomatik santraller ile tüm Türkiye’ye yayılması 1990'ların başında, Özal döneminde gerçekleşmiştir.

Vecihi Hürkuş ve “VECİHİ K-VI”

Türkiye’nin bir düşman uçağını düşüren ilk savaş pilotu olarak da tarihe geçen Vecihi Hürkuş 1925 gibi çok erken bir zamanda “VECİHİ K-VI” adını verdiği ilk uçağını üretmiş ve başına tabiri caizse gelmeyen kalmamıştır. Aynı şekilde Türk sanayisi ve havacılığının bir diğer sembol ismi olan Nuri Demirağ 1936 yılında başladığı girişimlerle bir uçak fabrikası kurmuş ve aynı dönemdeki Amerikan uçakları ile rekabet edebilecek yolcu uçakları üretmiştir. Ne yazık ki Demirağ’ın sonu da Hürkuş’tan farklı olmamıştır.

Bedri Rahmi Eyüboğlu “Üç Dil” şiirinde “Oğlum Memiş, sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun” der. Bu eksik kalmış bir ifadedir, Bedri Rahmi “Oğlum Memiş, sen otobüsleri yakılmış, lastikleri patlatılmış ve yolları kesilmiş bir milletin çocuğusun” deseydi gerçekleri daha iyi ifade ederdi.

Öte yandan 1925'te ya da 1936'da idealist bir girişimcinin kendi başına, bir miktar maddi kaynak da bulmak kaydıyla uçak üretimine başlaması mümkündü, nitekim bu gerçekleşti. Ya da 1961 yılında bir grup mühendisin Eskişehir’deki bir lokomotif fabrikasında tamamen kendi imkanlarıyla 4,5 ayda “vasat” bir otomobil üretmesi mümkündü, nitekim bu da gerçekleşti ve “Devrim Otomobili” efsanesi gerçekleşti. Çünkü elektronik teknolojiler henüz otomotive ve uçak endüstrisine bu kadar hakim değildi, üretim teknikleri basitti, bir çok aksam mekanik temellerle çalışmaktaydı, uçaklar için konuşursak Hürkuş ve Demirağ’ın bu girişimleri yaptıkları dönemde jet motorları icat edilmemişti, uçak ve otomotiv endüstrisinin çağ atlamasına sebep olan II. Dünya Savaşı henüz yaşanmamıştı, özetle Bedri Rahmi’nin otobüsü o kadar uzaklaşmamıştı ve yakalamak mümkündü. Bugün otomotiv ve uçak sanayisi çok farklı bir noktaya gelmiş durumda. Bir otomobil ya da uçak binlerce farklı parçadan oluşuyor, her parça yüz yıla yakın süredir devam eden ar-ge çalışmaları sonucunda iyileştirilmiş ve bu konuda tecrübe kazanmış belli ülkelerce üretiliyor. En büyük devler dahil hiç bir marka tüm üretimi tek bir ülkede yapmıyor, yapamıyor.

Bugün Türkiye’nin milli otomobil, milli muharip uçak üretme vizyonu ve projeleri var. Bugün Türkiye gelişmiş taarruz ve taktik helikopterleri üretebiliyor. Bugün Türkiye muharip İHA (insansız hava aracı) üretebiliyor. Bugün Türkiye’nin vizyonu, enerjisi ve iddiası var. 50, 100 sene öncesine nazaran en büyük fark bu.

Bilişim Teknolojilerinde Durum

Bilişim teknolojilerinde imkanlar diğer endüstrilere nazaran daha elverişli olsa da bugünkü durum hiç de iç açıcı değil.

Öncelikle yazılım literatüründe Türkiye’nin adı neredeyse hiç geçmiyor. Biz bu alanda halen tüketici durumdayız. Elbette çok iyi ve dünyanın önde gelen kurumlarında çalışan mühendislerimiz var. Ancak Türkiye’de ve Türkiye adına yapılan bu çapta bir iş yok. Detayları yine başka bir yazı konusu olmakla birlikte işletim sistemi, güvenlik yazılımları, web teknolojileri, mobil teknolojileri ve kurumsal yazılımlar alanında arşınlamamız gereken çok uzun yollar bulunuyor. Bu adı geçen alanların her biri kendi içinde ciddi stratejik öneme sahip. Örneğin kurumsal uygulamalar bir kurumun tüm hafızasını, tüm ticari sırlarını içeriyor. Özellikle milli sanayide yabancı menşeili bu tür uygulamaların kullanılması ciddi güvenlik açıkları doğuruyor. Kamu kurumlarının ağları yabancı menşeili güvenlik duvarları ile korunuyor. Bu örnekleri çoğaltmak fazlasıyla mümkün.

Bilişimin “yerli ve milli” olması ihtiyacı tam da bu noktada devreye giriyor. Bu dezavantajlardan ve tehlikelerden korunmak için bütün bu ürünlerin “yerli ve milli” ikamelerini geliştirmek zorundayız. Bu da ancak ilkokul eğitiminden üniversiteye ve oradan serbest piyasaya kadar bir “yerli ve milli” bilişim politikası ve “Milli Teknoloji Hamlesi” ile mümkün olur.

Genç nüfusuyla ön plana çıkan, 2023, 2053 ve 2071 gibi büyük hedefleri bulunan Türkiye’nin çok acil bir şekilde “Milli Teknoloji Hamlesi Planı” hazırlayıp buna kat’i şekilde uyarak teknolojide belirli ülkelerin pazarı olmaktan teknoloji ihraç eder konuma gelmesi gerekiyor. Bu mümkün olmayan, ütopik bir hedef olmamakla birlikte teknoloji çağında Türkiye’nin varlığı ve geleceği bu konudaki kararlılığına bağlı olacaktır.

Konuyu geçmişten günümüze ele alarak böyle uzun bir girizgah yaptıktan sonra yazılım alanında yapılabilecekler ve yapılması gerekenlere ikinci yazıda detaylı olarak değineceğim. Lütfen takipte kalın.

Bu yazı Medium.com'da yayınlanmıştır. Orijinalini okumak için tıklayın.

Google ve LG dünyanın gelişmiş VR sistemini sunuyor!
Intel işlemciler hala savunmasız!
En fazla elektrikli otomobil satan markalar belli oldu, TOGG kaçıncı sırada?
Sonraki Haber